28 Ağustos 2017 Pazartesi

HATTUŞİLİ'NİN VASİYETNAMESİ

              
             
  
HATTUŞİLİ’NİN VASİYETNAMESİ


‘Büyük kral Tabarna soylular topluluğuna ve ileri gelenlere seslendi:

‘Bakın ben hasta oldum ve size genç Labarna’nın adını vermiştim; o tahta geçecekti ve ben kral, onu oğlum yaptım kucakladım ve yükselttim. Her zaman onunla ilgilendim. Ancak, bu çocuk nasıl davrandı, bu olacak şey değildi.O hiçbir gözyaşı dökmedi, hiçbir merhamet göstermedi; soğuk ve kalpsiz.O zaman ben, kral onu sorguya çektim ve yanıma çağırdım: ‘Şimdi ne olacak? Artık kimse kardeşimin oğluna bebekmiş gibi bakamaz ya! Kralın sözünü dinlemedi, anasının sözünü o yılanın sözünü dinledi. Ve erkek kardeşleriyle kız kardeşleri ona arabozucu sözler taşıdılar; onların sözlerine kulak verdi. V e bunu ben kral duydum.
Ve böylece savaşa savaş açıyorum.
Yeter artık. O bundan böyle benim oğlum değil. Ama o zaman anası inek gibi bağırdı: ‘benim gibi güçlü bir ineğin kucağını parçaladılar. Onu mahvettiler ve sen onu öldüreceksin! Ben kral ona bir kötülük mü işledim onu rahip yapmadım mı?
Her zaman onun iyiliğini düşündüm ve onu takdir ettim ama o benim, kralın isteğine sevgi ile karşılık vermedi. Nasıl olur da kendi isteği ile Hattuşa için sevgi besler?
Onun anası bir yılandır! Ve şöyle olacaktır: anasının erkek kardeşlerinin kız kardeşlerinin sözlerini dinleyecektir. Ve o zaman yaklaşacaktır yaklaşacaktır öç almak için!  Ve beylere ileri gelenlere ve görevlilere, benim adamlarıma yemin edecektir. Bakın kral uğruna, teker teker öleceksiniz ve öyle olacaktır; o hepinizi mahvedecektir ve bir kan banyosu yaptırmaya başlayacaktır. Ve o sakınca nedir bilmeyecektir.
Hattinin oğulları olan herkesin başına gelecektir: o böylece yaklaşacaktır, yaklaşacaktır ve kimin olursa olsun olsun büyükbaş küçükbaş hayvanlarını götürmek için! Ben dışarıdaki düşmanlarımı kılıçla yendim ve ülkemi huzur ve barış içinde tuttum.
Şimdi bu iş oraya varmamalı kargaşaya sürüklenmemelidir.
Artık bundan sonra o şehirden aşağı inip istediği yere salınarak gitmemelidir.
Bakın ben oğlum Labarna’ya bir ev verdim; ona yeterince toprak verdim.
Yeterince büyükbaş hayvan yeterince küçükbaş hayvan verdim. Uslu oturduğu sürece yesin içsin; istediğimde eskisi gibi yukarı kente gelsin. Ancak can sıkacak davranışta bulunursa, ya da herhangi bir kötülük, herhangi bir bozgunculuk yaparsa Yukarı kente gelmesin evinde otursun.’
Bunları söyledikten sonra Hattuşili yeni buyruğunu bildirir:

‘Bakın buraya Murşili benim oğlum. Onu kral olarak tanıyacaksınız.
Onu tahta oturtacaksınız. Tanrı onun kalbini çok iyi hasletlerle doldurdu. Bir aslanın yerini ancak bir aslana verir.’
Hattuşili veliahdını övdükten sonra sözlerini soylular topluluğuna yöneltir ve onlardan yeni kralı sevmelerini ve saymalarını ister:

‘Bir savaş koptuğunda ya da bir başkaldırma olduğunda siz görevlilerim ve ülkenin büyükleri oğlumun yanı sıra olup ona yardımcı olunuz.
Ancak üç yıl sonra sefere çıkmalıdır. Daha şimdiden onu bir kahraman kral yapmak arzusundayım.
Ama daha şimdiden, henüz o duruma gelmeden, ona krala gösterilen saygı yapılmalıdır.
Sizin için o tanrısal güneş kralının sulbündendir, böylece onu bir kahraman kral olarak yetiştiriniz.
Eğer onu daha çocuk yaşta savaşa götürürseniz onu sağlıkla geri getirmeye bakın;
Ve siz topluluğunuz bir kurdun ki gibi olsun.
Artık kavga olmamalı; onun görevlileri bir ananın çocuklarıdır.
Sizi artık bir kalp, bir göğüs ve bir duygu birbirinize bağlıyor.
Sakın kendinizi büyük görmeyin, aranızda hiçbir kimse ona rakip olmasın ve buyrultuya karşı çıkmasın;
Böyle bir davranışı Şinahuva ve
Ubariya kentlerinin yaptığı hareketi siz yapmayınız. Kötülük size bir kez yapışmamalıdır.
Yoksa benim oğlum size, benim ötekine yaptığımı yapar.
Siz benim sözlerimi ve sağduyumu bilenler oğlumu hep sağduyuya doğru eğitin.
Hiçbiriniz diğerini geri itmemeli ve hiçbiriniz ötekine kötülükte yardımcı olmamalıdır.
Kent yaşlıları konuşmamalı;
Oğluma hiç kimse kendi çıkarı için başvurmamalıdır.
    Oğlum! Hattinin yaşlıları sana söz yöneltmemelidir.; hiç kimse, ne kuşşara’dan ne Hemmuva’dan ne de Tamalkiya’dan yada Zalpa’ dan; onun gibi halktan hiçbiri sana söz yöneltmemelidir.
Oğlum Huzziya’ya bakınız. Ben kral onu Tapasanta şehrine kral yaptım. Ama oradaki adamlar onu kullandılar ve onu kötüye sürüklediler; onu bana düşman kıldılar: ‘Babana başkaldır dediler’.
Tappassanta sarayları günahtan arınmadılar.
Günahtan arınmayı sen yerine getirmelisin.’

Hattuşili bundan sonra oğlu Huzziya ve kızı ile olan çatışmaları anlatır. Öyle anlaşılıyor ki Büyük Kral yuvasında pek mutlu değildi. Bu çatışmalar ayrıca ülke içinde zararlı olmuştur. Nitekim bu kargaşalıklara yukarıda ele aldığımız Telepinu metni de işaret etmektedir. Hattuşili bu zor günleri şöyle anlatıyor:


‘Bunun üzerine, ben kral Huzzia’yı yerinden aldım. Hattinin oğulları Hattuşa ‘da birbirlerine düşmüşlerdi. O zaman kızımı kullandılar ve onun erkek nesli olduğu için onu bana düşman kıldılar; ‘babanın tahtı için bir erkek çocuk yok! Oraya bir çocuk oturacak. Bir uşak kral olacak’ dediler. Ve böylece o Hattuşa kentini ve sarayı benden ayırdı, ülke büyükleri ve saray soylularım bana karşı açıkça düşman oldular.
Ve o bütün ülkeyi birbirine kattı.
O zaman kardeş kardeşi kavgada öldürdü;
Dost dostu öldürdü. Hattinin çocukları öldüler.
 Ve kimin büyük baş hayvanı, küçük baş hayvanı,
Bir evi, bir samanlığı,bir üzüm bağı, toprağı,
Kimin atını, gümüşü değerli taşları,madenleri,tuncu var idiyse, ve bütün mallar bu karışıklık döneminde yok olup gitti.
Sonra tanrılar kızı elime verdiler. O Hattinin oğullarını öldürmüştü ya!
Ve ben kral kızdan bütün varlığını istedim. ‘Sana az bile versem hattinin oğulları beni dilleri ile sorguya çekeceklerdir.’
O zaman o şunu söyledi: ‘beni yok olmaya attın’ bunun üzerine ben kral kıza biraz mal verdim. O zaman o şöyle dedi ‘neyi bana bu kadar az verdin?’
Ben, kral konuştum: ‘azdır! Ancak sana bol hayvan ya da bol toprak verseydim o zaman ben kendim ülkenin kanını emmiş olurdum.’
Kızım benimle başımı ve benim adımı kirletti. Ve ben , kral, kızı aldım ve onu Hattuşa’ dan  buraya aşağıya getirdim. Şimdi buyuruyorum: toprak ve mülk, toprak ve mülk için.
Hayvan hayvan için: o babanın sözünü bir yana itti,
Hatti oğullarının kanını emdi şimdi ama kentten sürüldü. Evime gelirse evimi
Yıkacaktır. Hattuşa kentine gelirse onu ikinci kez bizden ayıracaktır. Taşrada ona bir ev verilmiştir. Yesin içsin.
Siz ama ona hiçbir kötülük yapmayınız.
Ben ona karşı kötülük yapmayacağım. Beni baba diye anmadı; ben onu kızım diye anmıyorum.
Bu güne kadar ailemden hiç kimse benim buyrultularımı uygulamadı.
Murşili sen benim oğlumsun, bunu sen yap.’
Bunun ardından Hattuşili veliahda öğütlerini verir:


” Böylece babanın sözlerini tut babanın sözlerini tuttuğun sürece ekmek yiyip su içeceksin. Olgun adam olduğun zaman ise günde iki üç kez ye, kendine iyi bak.
İçine yaşlılık çöktüğünde kana kana iç.
O zaman babanın sözlerini bir yana bırakabilirsin.”
Büyük kral aynı öğütleri soylular topluluğuna ve ülkenin ileri gelenlerine de verir:

“Sizler benim en yüksek görevlilerimsiniz! Ve benim, sizlerde kralın sözlerini tutunuz. Siz yalnız ekmek yiyip su içeceksiniz.
Böylece Hattuşa ayakta kalacak, ülkemde huzur ve barış içinde olacak. Ama siz kralın sözlerini tutmazsanız, gelecekte yaşantınızı sürdüremezsiniz; yok olursunuz! Kim kralın sözüne önem vermeyecekse o şimdiden ölmelidir. Böyle birisi benim bakanım, benim en yüksek görevlilerimden birisi olmamalı!
Onun tenasül aleti kesilmelidir. Büyük babam Pu lugal ma’nın sözleri de böyle oldu. Onun çocukları başkaldırmaya itilmediler mi? Benim büyük babam kendi oğlunu Sanahuitta’da veliaht ilan etmişti.
Ancak sonra kendi görevlileri, ülkenin büyükleri onun sözlerini dinlemediler.
Ve Papadilmah’ı tahta çıkardılar. Şimdi kaç yıl geçti aradan ve kaç kişi felaketten kurtuldu? Nerede büyüklerin evleri bunlar yok olmadılar mı?
Sizler benim büyük kral Labarna’nın sözlerini tutunuz.
Tuttuğunuz sürece Hattuşa kenti hayatta kalacak ve siz ülkenizi barışa ulaştıracaksınız. Yalnız ekmek yiyip su içeceksiniz.
Sözlerimi tutmazsanız, ülkeniz yabancıların eline geçer, ancak sizler tanrılara da saygıdan geri kalmayınız: onların ekmek payı, onların şarap payı, onların çorbaları, onların yemekleri sofraya konmalıdır ve sen Murşili bunu ne savsaklamalısın ne de unutmalısın. Savsaklarsan felaket yine gelir, eskisi gibi böylece olsun”.

Hattuşili Murşili’ye son öğütlerini veriyor:

“ Sana sözlerimi ilettim ve bu levhayı sana aydan aya okusunlar; böylece benim sözlerimi ve tecrübelerimi hep kalbinde saklayacaksın.
Ve benim görevlilerimi, ülkenin büyüklerini merhametle idare et!
Birinde hainlik sezersen, biri tanrı önünde günah işlerse ya da biri yersiz bir söz ederse bu durumda Pankuş’un düşüncesini sor arkadan kötü konuşmaların sonuçlarını da.
Pankuş’un kendi iyiliği için önlenmelidir, oğlum kalbine ne yerleştirdimse hep ona göre hareket et”.

Ve en sonunda vasiyetnamenin acıklı sözleri:

“cesedimi yıka, gerektiği gibi!
Beni göğsüne bastır ve göğsünde tutarak
Beni toprağa göm.”

Büyük kral Tabarna’nın tableti:
Büyük kralın kuşşara’da hastalanışı

Ve küçük yaştaki Murşili’yi tahta getirişi.

27 Ağustos 2017 Pazar

ESKİ ASUR DEVLETİNİN ANADOLU'DAKİ TİCARİ FAALİYETLERİ

Mezopotamya’da M.Ö. 2. Binyılın başlarında Sumerliler’in kurduğu son devlet olan III.Urun yıkılmasıyla bağımsızlığına kavuşan Asur’da bir refah ve kalkınma dönemi başlamıştır. Kuzey ırakta Musul’un yaklaşık 90 km. güneyinde Dicle’nin batı yakasında bulunan Asur şehri konumunun sağladığı imkanlarla özellikle eski Asur hanedanının tanınmış kralı İlişuma’nın imar faaliyetleri ve vergileri indirmek çevre ülkelerin tüccarlarını Asur’a çekmek için tekelleri kaldırmak gibi ekonomik kalkınmaya yönelik girişimleri ile kısa zamanda uluslar arası ticaretin merkezi haline gelmiştir. Bu gelişme Asur’da ticaretle uğraşan ve engin bir sınıf oluşturmuş ve üretilen malları pazarlamak ve hammadde bakından fakir olan Mezopotamya’nın hammadde ihtiyacını karşılamak için Asurlu tüccarlar tarafından Anadolu ile kapsamlı bir ticaretin önü açılmıştır. Elbette bu ticaretin başlamasının her iki taraf için çekici unsurları söz konusu idi. Bunlara kısaca değinecek olursak Anadolu’nun hammadde zenginliği o tarihlerdeki Anadolu’nun siyasi parçalanmışlığı ve yabancı tüccarlara sağlanan kolaylıklar sayılabilir. Akkad’lardan beri süregelen bir Anadolu ve Mezopotamya ticaret geçmişi ve geleneği de şüphesiz bu ilişkide önemli bir yapı taşıdır.

Yukarıdaki bilgilerden görüldüğü üzere Anadolu Akkad’lardan itibaren başlayan bu ticaret temelli ilişkilerine siyasi gelişmelere bağlı olarak zaman zaman kesintilere uğrasa da genelde sağlam bir ilişkinin olduğunu görmekteyiz. 

TİCARİ HAYAT
Bilindiğinin aksine Asurluların Anadolu’ya geliş nedeni ihtiyaç duydukları malları elde etmekten çok önemli bir kısmını Babil’den sağladıkları kumaş ve dışarıdan ithal ettikleri kaylı pazarlamaktı yani bir nevi komisyonculuk denilebilir. Öyle ki Asur’un coğrafi yapısı da bu duruma ziyadesiyle münasip düşmüş ve Asur’un tarihin bu dönemindeki konumunu sağlamlaştırmıştır. Asur Anadolu’da çok iyi bir yapılanma yolu ile bu ticareti iki asır civarında başarı ile sürdürmüş ve ziyadesiyle bu ticaretten karlı çıkmışlardır. Asur bu yapılanmayı Anadolu’da kurmuş olduğu Karum ve Wabartum’larla teşkil etmiş ve bu ticareti oralardan örgütlemiştir. Baş Karum olarak ise günümüz Kayseri’sinde bulunan Kültepe belgelerde geçen adı ile Kaneş (Kaniş) seçilmiştir. Şüphesiz kayserinin seçilmesinin coğrafi ve siyasi olarak sebepleri vardı biz bu sebeplere ileriki bölümde değineceğiz. Ticarete konu olan bu malları ise şöyle sıralayabiliriz. Asur Anadolu’ya Babil’den ithal ettiği çok kıymetli kumaşlar, yünler Afganistan civarından ithal ettiği düşünülen kalay ki Anadolu’nun en çok ihtiyaç duyduğu mal idi o dönemde yine Afganistan civarından getirilen değerli taşlar bunlardan en önemlisi lacivert taş olarak bilinen Lapis Lazuli taşı en önemli ticaret malları olarak yerlerini almışlardı. Asurlu tüccarlar ise bunun karşılığında Anadolu’dan bakır gümüş ve altın alarak memleketlerine geri dönüyorlardı. Şüphesiz bu açıdan bakıldığında Anadolu’nun sömürüldüğü imajı çıksa da aslında durum böyle değildir. Bu ticaretten Anadolu kralları gümrük vergisi bölgelerine gelen maldan ilk kralın alması gibi haklar ile istifade ediyorlar ve Asurlu tüccarlarla ticaret antlaşması imzalıyorlardı.  
  AKAD DEVLETİNİN ANADOLU’YA SEFERİ

Uygarlık tarihinin araştırılmasında şüphesiz en temel ve güvenilir kaynak yazılı belgelerdir. Yazı Mezopotamya temelli bir olgu olarak karşımıza çıkmıştır.  Yazının yayılışı ve yaygınlaşmasını tetikleyen en önemli unsur olarak da biz araştırmacılar ticaret olgusunu bambaşka bir yere koymaktayız. Çünkü ticaret çeşitli ırk ve dine mensup insanların etkileşime geçtikleri ve birbirlerini etkiledikleri ve birbirlerinden etkilendikleri bir yapı olarak kültür sanat ve dinin yayılışında en önemli paya sahiptir. Anadolu’ya yazının gelmesinin kökeninde de ticaret ilişkisini görmekteyiz. III. Binyılın son çeyreğinde Mezopotamya’da güçlü bir siyasi yapı olarak Akadları görmekteyiz. Bu krallık tüm Mezopotamya’yı ele geçirip hatta Mezopotamya dışına bile sefer yapıp yağma hareketine girişen bu kavim kısa zamanda çok güçlü bir siyasi yapıya kavuşmuştur. Özellikle Akadlı Sargon liderliğinde Anadolu’ya yapılan seferler bize paha biçilmez bilgiler sunmakta olup daha henüz yazının ulaşmadığı bu toprakların nasıl bir yapıda olduğunu da bu sefer sonucunda görebilmekteyiz.
Anadolu’ya dair bilgi veren en eski belge konumunda olan Şar-Tamhari (mücadelenin kralı) ismiyle anılan yarı efsanevi metinlerdir. Yüzyılımızın başında yapılan kazılarda Mısırda Tel El Amarna’da Mezopotamya’da ve Boğazköy arşivlerinde nüshaları bulunmuştur. Bu nüshalar arasında en iyi korunmuş olanı Tel El Amarna arşivine ait olan belgedir. Metin genel olarak şöyle başlamaktadır: günümüzde Aksaray ilinde bulunan Acemhöyük’le lokalize edilmek istenen Purushanda’da ticaret yapmakta olan tüccarların Sargon’un sarayına gelerek adı geçen bu yerleşim yerinden şikayetçi olup Sargon’dan yardım istemeleri ve ardından Sargon’un seferi çıkması anlatılmaktadır. Bu seferin temel nedeni tüccarların şikayeti gibi gözükmektedir. Şüphesiz bu seferin başka sebepleri de mevcuttur. Lakin metnin bize sunduğu görünür bilgiler bundan ibarettir. Özellikle metinde Sargon’a Purushanda’ya yapacağı bir seferin zorlukları anlatılmakta seferin çok zahmetli olacağı belirtilmektedir. Arkasından tüccarların Sargon’un huzuruna çıkarak yardım istemeleri söz konusudur. Sargon’un suali üzerine ikince kez Purushanda’ya değin yolların zorlukları anlatılmaktadır. Metnin ilerleyen bölümlerinde Nur-Daggal isimli bir kralın (muhtemelen Purushanda kralı ) askerlerine hitap ettiği ve Sargon’a meydan okur tarzdaki söylemleri yer almaktadır. Söylemlerin hemen arkasından metnin devamında Sargon’un ciddi bir güçlükle karşılaşmadan kendi ele geçirdiği anlatılmaktadır. Kentin surlarını da yıktığını söyleyen Sargon’un Nur-Daggal’i huzuruna çağırarak onu azarlaması söz konusudur. Tel El Amarna nüshasında her ne kadar Purushanda kentinin adı Nur-Daggal isimli bir kraldan söz edilse de bu kişinin Purushanda kralı olup olmadığını bilememekteyiz. Lakin metinde kral Sargon’un tüccarlara Purushanda’ya değin yolları sorması tüccarlarında bu yolların güçlüklerini anlatması bize  sefer yapılan bu kentin Purushanda olabileceğini göstermektedir. Diğer bir kanıt ise Boğazköy arşivlerinde ele geçen KBo XXII 6 no’lu fermanda “Nur dahhi LUGAL KUR PURUSHANDA” ifadesinin okunması bize ikinci ihtimalin daha baskın olduğunu göstermiştir.
Asur Ticaret Kolonileri dönemine ait olarak Kültepe’de gün ışığına çıkarılmış olan Akad’lı Sargon’un Anadolu’ya yapmış olduğu bir başka seferi konu alan Eski Asur Lehçesiyle kaleme alınan hikaye içerikli bir metin ele geçirilmiştir. Bu metinde Kanişten bahsedilmekte ve özellikle Hattum’luların cezalandırıldığı anlatılmaktadır. Metnin tercümesi şöyledir:
Metnin tercümesi şöyledir:
1-3) Sarru-kin, Akad kralı, dört(cihanın kralı),kuvvetli kral.3-5 tanrıların görüşmeleri üzerine tanrı Adad ona güç verdi. 5-7 doğudan batıya(metinde güneşin doğuşundan batışına)kadar bütün ülkeleri zapt ettim ve 8-9 bir günde 70 şehri yendim.10-11 onların krallarını yakaladım ve şehirlerinin mahvettim. 11-13 gücün beyi Adad ve mücadelenin sahibesi İstar’a yemin edeyim: 13-14 ceylanı gördüm ve tuğlayı yere attım ve 14-15 hızla hareket ettiğim sırada kemerim kırıldı ve 16-17 sarumu koydum ve süratle hareket edip ceylanı yakaladım.17-18 tuğlayı sudan çıkardım. 18-19 Adad ve İstar’a yemin edeyim: 19-20 her gün bin sığır ve 6 bin koyun kestim. 21-227 bin muharibim, her gün önümde yiyecekleri  göğüs eti 23-24 3 bin habercim, yiyecekleri sağrı eti(ve) 25-29 bin seçkin adamım her gün doyuncaya kadar yiyecekleri butlar (yüzünden) ……itiraz ettiler ve 30-31 7 bin muharibim göğüs eti yedi.31-33 geri kalana göğüs eti yetişmedi ve 33-35 bu yüzden onun k su olan kusamanum sığırını kesti ve 38-40 bu sebepten onun kusuru olarak 100 sığır ve 200 koyun kesti ve kölelerimi doyurdum.  40-41 Adad ve İstar’a yemin edeyim  41-43 7 yıl bir buçuk ay karanlıkta askerlerimle birlikte oturdum. 44-47 ayrılışımda akik ve Lapis lazuli’yi kamışa bağladım ve ülkeye paylaştırdım. 47-50 Amanos dağlarını ikiye ayırdım ve onların arasına kazık gibi heykelimi diktim. 50-51 tukris kralını bir posta sardım. 52-53 Haturalıların sanki onların babası gibi …… 57-59 kilarlıların başlarını bir sırımla bağladım..59-60 diğer taraftan Kanişlilerin sutuhhumunu serbest bıraktım. Hattumluların kafalarının ortasını traş ettim.61-62 Luhmuların .…..onların sutuhhumunu gönderdim. 63 göklerin 13 zirvesine elimle dokundum. 63-64 niçin tablette artırayım. 64 Anum beni reddetmedi. 64-66 ben kral olarak yukarı aşağı ülkeyi ele geçirdiğim için, kral Adad adaklarımı artırsın. 
Şüphesiz Sargon yapmış olduğu icraatlar nezlinde önemli bir kral olup kendinden sonraki krallara emsal teşkil etmiştir. Öyle ki Hitit devletini kuran I.Hattuşili Fırat kenarında olduğu tahmin edilen Hahha kentine yapmış olduğu seferde Fırat’ı kasdederek kendinden önce Mala nehrini sadece Sargon’un geçtiğini söylemekle kendisini Sargon ile karşılaştırmış ve yapmış olduğu bu seferin önemini vurgulamak istemiştir. elbette burada Akad’lı Sargon’un yaptığı Anadolu seferine de bir gönderme olup Hattuşili yüzyıllar sonra bu sefere cevap vermiş gibidir. Yukarıda genel olarak içeriğini verdiğimiz Şar-Tamhari (mücadelenin kralı) metninde Anadolu’nun protohistorya’sı üzerinde durulması gereken konular şunlardır: bu hususlardan ilki il Tunç çağı Anadolu’sunda Akad’lı mı yoksa yerli tüccarlar mı olduğu belirlenemeyen fakat  Anadolu ile Mezopotamya arasında aktif bir ticaretin var olduğunun bilinmesidir. Bu kadar erken bir dönemde uzak mesafeler arasında ticaretin bu denli gelişmiş olması çok önemli bir olgudur. Organize olup kral Sargon’a şikayet edecek kadar düzenli ve iyi organize olmuş bir ticaret söz konudur.Sargon’a şikayetlerini ileten tüccarların bu şikayetlerine konu olan Anadolu’da yerli bir kraldır. Bu kralın Nur-Daggal olduğu ve kendine bağlı askerlerinin bulunduğu surlarla çevrilmiş bir kentin olduğu ve Sargon’un bu surları yıkarak kenti ele geçirdiğini öğreniyoruz. Metnin Hititçe nüshalarında görülen kral ifadesi onun bir kent devleti olduğunu ortaya koymaktadır. Buradaki tüccarların Anadolulu olması ve bu kadar uzun mesafeleri kat edip dönemin güçlü devleti olan Akad kralından yardım istemeye gidecek kadar organize olmaları söz konusudur. Bu tüccarların Mezopotamya’lı olduklarını düşünsek dahi yine de o devirde organize bir ticareti görmekteyiz.
Akadlı Sargon’dan sonra da Mezopotamya ve Anadolu arasındaki bu ilişki bir süreliğine kesintiye uğradıysa da daha sonra bu ilişki Sargon’un oğlu Naramsin zamanında tekrardan kurulmuş ve Naramsin Anadolu’ya bir sefer yapmıştır. Bu sefer Anadolu’daki bir krala karşı değil bir koalisyona karşı yapılmıştır. Naramsin tarafından yapılan bu seferde Anadolu hakkında altın değerinde bilgiler edinmekteyiz. Bu bilgilerle bizler Anadolu’nun parçalı bir şehir devletleri yapılanması tarafından örgütlendiği, bu şehir devletlerinin birbiri ile çıkar çatışması şeklinde çekişmelerinin olduğunu bu şehirlerin surlarla çevrildiği ve kendilerine ait ordularının olduğunu öğrenmekteyiz.
Yukarıdaki metinden de görüldüğü üzere daha bu dönemde Anadolu Mezopotamya ile ticaret vesilesi ile ilişkiye girmiş ve bu ticari çıkarlar Mezopotamya’da kurulan Akad devletini Anadolu içlerine kadar sürüklemiştir. Şüphesiz bu sürükleniş bizlere çok kıymetli bilgiler sunarak Anadolu’nun prehistorik devirlere  girmesini sağlamıştır.




İVRİZ KAYA ANITI





İVRİZ KAYA ANITI

Konya Ereğli'si yakınındaki bir su kaynağının üzerindeki kayalık yüzeyine oyulmuş olan 4,20 m. Boyundaki bu muhteşem kabartma Aramlaşmış Geç Hitit sanatının anıtsal bir örneği ve Geç Hitit döneminin en önemli eserlerinden birisidir. Tanrı figürünün yüzü önündeki hiyerogliflerden, anıtın Kral Varpalavas tarafından diktirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Tanrının külahı ve her iki figürün saç ve sakal stilizasyonu ile büyük ve kavisli burunları Aramlı öğelerdir. Tanrı külahındaki boynuzlarda Aram Kralı Panamuva dönemine ait Zincirli’deki bir hadad heykelinin başında gördüğümüz gibi Aramlılara öz bir biçimde düzenlenmiştir. Kral Varpalavas zengin bezemeli bir entari Zincirli ve Sakçaközü eserlerinden tanıdığımız Aram tarzı bir manto giymiştir. Kralın başlığı da zengin işlemeler ve incilerle süslüdür. Başlığın ön yüzünde ayrıca altından filigranlı yuvarlak bir mücevher bulunmaktadır. Kral mantosunun iki ucunu altından yapılmış olduğunu söyleyebileceğimiz bir fryg çengel iğnesi ile tutturmuştur. Hem kralın hem de tanrının kemerleri fryg ürünüdür.

Saya geldiğimiz Aram ve fryg öğelerine karşın İvriz kaya anıtında birçok Hitit özellikleri de göze çarpar. Anıtın bir kaynak yanında yer alması, Eflatun pınar anıtında olduğu gibi bir Hitit âdetidir. Kralın iki elini yumruk biçiminde yüzünün önünde tutması Büyük Krallık dönemindeki bir Alacahöyük kabartmasından gördüğümüz gibi bir Hitit âdetidir. Tanrını duruşu ve giysisi tamamıyla Hitit tarzındadır. Kısa gömleği dizler üzerinde Malatya kabartmalarındaki gök tanrısında olduğu gibi, uçan bir kırlangıcın önden görünüşü biçimindedir. Her iki elin duruşu Yazılıkaya kabartmalarındaki gibidir. Hiyeroglif yazıtında görülen W işareti buradaki tanrının Hititlerin Gök Tanrısı olduğuna işaret eder. Ancak burada bir Aram katkısı olarak, ona başak ve üzüm salkımı gibi tarımla ilgili simgelerde eklenmiştir. Böylece tanrı burada yalnız göğün hâkimi olmayıp, aynı zamanda bitkilerinde yaratıcısıdır. Üzüm ve başak gibi simgeler aynı zamanda bereketin de simgesi olup yüzyıllar boyu simgesel değerini korumuştur. Denilebilir ki İvriz kaya anıtındaki Tanrının gök tanrısı olmasının yanında aynı zamanda bir bereket tanrısıdır.

İvriz Kaya Kabartması bu görünüşü ile Aramlı Kral Varpalavas tarafından Hitit ve Luvi kökenli yerli uyruklar için yaptırılmış bir anıttır. Nitekim Aramlı kralın anıtındaki yazıt Aramca olmayıp Hititlerin ve Luvilerin kullandığı hiyerogliflerden oluşmaktadır.

Hiyeroglifte adı verilen Varpalavas Assur yazıtlarında M.Ö.738 tarihinden beri Urballa olarak anılmaktadır. Böylece İvriz kaya anıtının M.Ö. 730 sıralarında işlendiği ortaya çıkmaktadır. Kabartmanın zincirlideki Barrakap eserlerine ve Sakçegözü eserlerine benzemesi ve kralın elbisesinde Fryg fibulası ile fryg kemerinin görülmesi, yapılış tarihin daha çok M.Ö.720 sıralarında olduğuna işaret etmektedir.

İvriz kaya anıtındaki zengin geometrik desenli bezeme yöntemi Fryg’lere, oradan İonlara, yine kralın incilerle süslü başlığı ise Lydia’lılara ve oradan da İon sanatına geçmiştir.


HATTUŞİLİ'NİN VASİYETNAMESİ

                                HATTUŞİLİ’NİN VASİYETNAMESİ ‘Büyük kral Tabarna soylular topluluğuna ve ileri gelenlere seslend...